MÜRŞÎD-İ KÂMİLLİK

 Mürşîd-i kâmiller; Allah (cc) yeryüzündeki askerleri, Resûlüllah (sav) Efendimiz’in naibleridirler. Allah (cc) iradesi, Resûlüllah (sav) Efendimiz’in emriyle Hazreti Ali (kav) Efendimiz’den silsile yoluyla gelerek, yolun âdab ve erkânını kuran azizlerden pîrlerden irşada me’mur kimselerdir. Resûlüllah Efendimiz, “Ben ilmin şehriyim Ali de kapısıdır.” buyurarak buna işaret etmiştir. Mürşîd-i kâmil doğru yol gösterici, terbiye edici, hâl ile eğitici gerçek rehberlerdir. Onlar, nefsini her türlü kötülüklerden arındırmış, mutmaine makamına ulaşmış, zamanın tasarruf sahibi, Hak’kın sıfatları ile sıfatlanmış insanı kâmillerdir.



Mürşîd-i kâmil, nefisleri irşada ve ıslaha me’mur olup nefisleri kötü huy ve davranışlardan arındırırlar. Müzekkin Nüfus’ta; “Mürşîd-i kâmilin sözleri Allah’ın yeryüzündeki askerleri, nazarları ise kişiyi olgunlaştırıcıdır.”8 denilmiş, Kaplumbağanın kuluçka döneminde yumurtalarına bakarak olgunlaştırması da buna örnek gösterilmiştir. 9 Şu da unutulmamalıdır ki, Mürşîd-i kâmilin verdiği ders ve vazife kişiyi olgunlaştırmaya yeterlidir. Ancak bu dersi almaktan ziyade reçeteyi uygulamak önemlidir. Denilmiştir ki, “Ârife işaret yeter, çok söz gayedeki hikmeti yok eder.”

Efendi Hazretleri sohbetlerinde; “Mürşîde îman; onun kendisini yetiştireceğine îman etmektir,bundan şüphe duymamaktır, herkes buradan, güvendiği kadar nasiplenir.” buyurmuş ve “Kim olursanız olun sakın böbürlenmeyin, dersinize çalışın, Mürşîd-i kâmiller Resûlüllah Efendimizi harfi harfine takip ederler.” diyerek bu konuyu açıklamışlardır.

Mevlâna Hazretleri de Mesnevî’sinde “Mürşîd-i kâmiller; mânevî tabiplerdir, yaşayan canlı Kur’ân-ı Kerim’lerdir.” buyurmaktadır.

Miftahul Kulüb’te Mürşîd-i kâmil tarif edilirken; “O’nun yanına gelen huzurunda bulunan kimseler; Allah’ı hatırlarlar, dertlerini unuturlar, onun sohbetinden ayrılmak istemezler hatta onun elini öpmek isterler.”10 denilerek sanki Efendi Hazretleri tarif edilmektedir.

Mürşîd-i kâmiller, insanları Allah (cc) yoluna ulaştırırlar, Allah’ı sevdirirler, mânevî hekimlerdir, ilâhi bir heybetle daima Allah’ı hatırlatırlar. Mürşîd-i kâmiller sebebiyle Cenabı Hak halka merhamet eder ve talep edenlere hidâyet bahşeder. Nitekim Resûlüllah Efendimiz, “Her şeyin bir kaynağı vardır, takvânın kaynağı da âriflerin kalpleridir.”11 buyurmuştur.

Yine Miftahul Kulüb’te insan-ı kâmilin vasıfları anlatılırken; Onların, Allah rızası ve hoşnutluğundan gayri hiçbir beklenti ve korku taşımadıkları, kendi nefisleri için hiçbir kimseden bir istekte bulunmadıkları, Allah’ın yarattığı iyi ve kötü her ne varsa abes görmeyip hoş karşılamaları, bir de lüzumsuz konuşmadan geri durup daha çok sustukları açıklanmıştır.12 Bu vasıfları da görüyoruz ki Efendi Hz’nin şiârı idi.

Resûlüllah Efendimiz; “Allah’tan hakkıyla korkan ve Allah’ı hakkıyla sevenler efendilerdir. Bunlar âlim ve fâkih olan kılavuzlardır. Bunlardan ahid alınmıştır. Bunların meclislerinde oturmak berekettir, yüzlerine bakmak ise nûrdur, ibâdettir”13 buyurmaktadır.“Ümmetimin âlimleri, Benî İsrail’in peygamberleri gibidir.”14

Elhamdülillah… Efendi Hz’i gibi bir Varis-i Enbiyayı tanıdığımız için ne kadar şükretsek azdır. Mürşid-i kamilin kim olduğunu ve ne olduğunu bilmezken Efendi Hz’i sayesinde tanıdık ve öğrendik. O mümtaz insana minnettarız, müteşekkiriz…

Râbıtayı Şerife:Halvetî yolu, Kur’ânı Kerim ve Resûlüllah Efendimiz’in sünnetinin en titiz şekliyle uygulandığı, kulu Allah’a ulaştıran ve yakın eden yoldur. Bu yollar için aranan iki şey vardır. Birincisi; Mürşîd-i kâmil, ikincisi ise ona yapılacak olan râbıtadır. Kur’ânı Kerimde bu hususta “Allah’a ulaşmak için vesîleye yapışınız.”15 Buyuruluyor.

Râbıtayı şerif, tasavvuf yolunda mürşîd ile müridi birbirine bağlayan en önemli bağdır. Râbıta zikirden daha önemli görülmüştür. Râbıtayı Şerife risalesinde Abdülhakim Arvâsi Hazretleri; “Zikir tek başına erdirici değil fakat râbıta tek başına erdiricidir.”16 Buyurmaktadır. Efendi Hz’i de “Bir kardeş seccadesine râbıta ile devamlı oturursa vasılı illallah olur.” Buyurur. Zikrin tadını alabilmek için yine râbıtanın gerekliliğine işaret ederek; “Râbıtasız zikir, yağsız yemeğe benzer.” Buyurur. Efendi Hazretleri râbıtayı anlatırken nefsin kötü huylarını ve şehevî duyguları dizginlediğini ve yatıştırdığını anlatırdı.

Kulun Allah’ı gerçek mânâda zikredebilmesi için Mürşîd-i kâmile ve râbıtaya ihtiyaç vardır. Efendi Hazretleri tasavvuf yolundaki bu gerçeği şöyle ifâde ederdi; “Bir kimse dünyayı ilimle, amelle doldursa da Hâk esmasına ulaşamaz ancak; bir Mürşîd-i kâmile tâbi olması gerekir.” Buyururdu.

Kur’anı Kerimde “Ey iman sahipleri Allaha bağlanınız ve sâdıklarla beraber olunuz.” Tevbe 119. âyeti de Mevlana Halidi Bağdadi Hz’nin işaretiyle rabıtaya işaret etmektedir.17

Yine Efendi Hazretleri; Mürşîdsiz ve râbıtasız bu işi yaparım diyenlere de; “Kur’ânı Kerim’de en kısa âyet “Amiletün nasibeh”18 “Çalışmış boşa yorulmuş.” Mürşîdi olmayanların durumu buna benzer “âvâre kasnak” gibi boşa döner.” buyurmuştur.

Mehmed Emin Efendi, yolu ve râbıtanın ileri safhasını anlatırken şu ifâdeleri kullanıyor. “Bu kapı varlık kapısı değildir, Halvetî yolu gizliliktir, bizim şiârımız da yokluktur.” Buyurur. Müzekkin Nüfus’ta; “Yokluk” tâbiri, “Ölmeden önce ölünüz” hâdisi ile açıklanmış, “Yokluk; nefis ve şehevî duygulardan arınarak Allah’ın rızası, tevekkülü ve tefekkürü üzere bulunmaktır.” denilmiştir.19

Bu konuda Efendi Hazretlerinin çokça zikrettiği büyüklerimize ait bazı sözleri nakledelim. Abdulhakim Arvâsi Hazretleri Râbıtayı Şerife risalesinde Mürşîdin nasıl tayin edildiğini şöyle ifâde eder; “Bir kimse ilmine, ameline, kafasına, ibâdetine güvenerek Resûlüllah’ın ve Pîr’in emri olmadan mürşîdlik iddia ederse bütün mahşer halkının hesabını verecektir.”20 buyurmuştur.

Ahmed er-Rufâi Hazretleri oğluna nasihatinde “Oğlum, iç ve huzur ilmini öğren dış bilgilerle yetinme, zira dış bilgilerle yetinenler farkına varmadan helâk oldular.”21 buyurmuştur.

Yine İmamı Âzam Efendimiz “Son iki senemde, Cafer i Sâdık Hazretlerine yetişmeseydim Numan helâk olurdu.”22 buyuruyor.

Yukarıda görüldüğü üzere Abdulhakim Arvâsi, İmamı Âzam Efendimiz, Ahmed er Rufâi

Hazretleri gibi büyüklerimiz bu konuda şeriatı yeterli görmemişler ve Mürşîdin gerekliliğine işaret etmişlerdir. Efendi Hazretleri de tasavvuf yolundaki bu ölçüyü şu sözleriyle ifâde ederdi; “Şeriat velî kaydetmemiştir ve lâkin livâsıdır (âsâsıdır) velinin elinde şeriat. Şeriat ölçüdür, fakat tarikat daha ince gider, kılı kırk yarar.”23

Resûlüllah Efendimiz de “Sizden bir ücret istemeyen ve sizi hidâyete erdirene uyun”24 buyururken, Efendi Hazretleri “Uydum kalabalığa olmaz oğlum, her nefesin hesabı var. Herkes gafletteyken sen uyanık ol. Mukallitin îmanı sahih değildir. Taklidi îmanı tahkîki îmânâ çevirmeyen kurtuluşa eremez.” Buyurur. Büyüklerimizin tavsiyesinde, “Her nefese üç suâl, bir rivâyette yedi suâle kadar sorgu var, ona göre, nefesinizi boşa harcamayın” buyrulmaktadır.

Efendi Hazretleri “Aşk anlatılmaz yaşanır, aşk olmayanda meşk olmaz. Zikrin hayırlısı gönülden geldiği gibidir.” Buyurmuş, Halvetî yolu ve bu yolun çilesi, aşkı, muhabbeti anlatılmaz yaşanır. Yani hâldir bunun için tasavvufta “Aşkı tatmayan bilmez.” denilmiş ve bunun anlatılmasına da yasak getirilmiştir. Efendi Hazretleri bu konudaki ölçüyü şu sözlerle açıklardı. “Çilesini çekmeden atarak, tutarak, kafacığına güvenerek, tevhîd ilminden söz etmek şirktir, buyrulmuştur.” Yine de her şeyin insanın kendisinde bittiğini de şu beyitle ifâde ederdi;

Azîzim yok ise sende bir liyakat, Ne fayda şeyhinin kerâmetinden?

BAĞLILIK: Bağlılık; ihlâs, samimiyet ve her şeyi ile teslim olmaktır. Zâhir bâtın, maddî mânevi, her yönüyle bağlılık olmalıdır. Bu hususta mürşîde ”Yıkayıcı elinde ölü gibi teslim olmak gerekir.”25 denilmiştir. Bu yüzden bağlılık ne kadar ise istifâde o kadar olmaktadır. Efendi Hz’nin her fırsatta “oğlum herkes buradan ümit ettiği kadar nasiplenir.” Sözü bunu doğrulamaktadır.

Yüzyıllardır İslam dünyasında, dinin ihyası ve insanın ıslahı için, Kur’ân ve sünnette övülen ve teşvik edilen; Bir mürşîde teslim olmak çok önemli görülmüştür.

Efendi Hz’nin en büyük özelliği kimsenin konuşup cesaret edemediği önemli mevzûlarda rahat ve net bir tavır sergileyerek inananları uyarmasıdır. Bid’atler konusunda, Ehli Beyt konusunda, unutulan sünnetler konusunda ve daha bir çok konuda bu küçük risalede açıklanabilen ve açıklanamayan birçok meselede görüş bildirmiş ve nûru ile ufkumuzu aydınlatmıştır.

Emanet: “Allah c.c Mü’minlerin canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır.”26 İnsanoğlu konuştuğundan ve verdiği sözden mesuldür. Kur’ân’da “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten endişeye düştüler, insan ise tuttu bunu sırtına yüklendi. Çünkü o, günah işlemeye meyilli ve cahildir.”27 Buyruluyor. Efendi Hazretleri “Başınıza gelen sıkıntılar ve belalar ellerinizle işlediklerinizdendir.”28 âyetini okur, “Çoğunuzun başına gelenler, dillerini tutmadığındandır.” der, şu sözü de sıkça kullanırdı. “Kul uhdesine düşen vazifesini yapmazsa Allah Teâlâ onu çeşitli belâlarla tasalandırır.” Bu yüzden “dersinize iyi çalışın” diyerek devamlı îkaz ederdi.

Korku ve ümit; Efendi Hazretleri; mü’minin her zaman korku ve ümit arasında bulunması gerektiğini öğütlerdi. Nitekim Kur’ânı Kerim’de “Sakın Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin”29 ve “Kimse Allah’ın kurduğu tuzaktan emin olmasın”30 meâlindeki âyetler bunu özetliyor. Efendi Hazretleri, “Oğlum korku da büyük, ümit de! Korku; yalnız Allah (cc) korkusudur. Bunun için, Allah korkusu bilen, başka korku bilmez.” Buyurmuştur.

Resûlüllah Efendimiz, “Bütün hikmetlerin başı Allah korkusudur.”31 buyurmuş, buna bağlı olarak Resûlüllah Efendimiz başta olmak üzere azizlerin pîrlerin ve Mürşîdin sevgisi ve rızası her şeyin ve herkesin üzerinde tutmak, Mürşîdi daima gönlünden çıkarmamak tavsiye edilmiştir. Kur’ân ve sünnete uygun olarak Hak yolunda gerçek Mürşîdin emir ve tavsiyeleri anne ve babanınemir ve arzularının bile üzerinde görülmüştür.

Güven:Efendi Hazretleri; “Bu kapıda sizden istenen teslimiyet, samimiyet ve ihlâstır” derken, bu kapıya gönülden bağlı olanlara Büyük Pîrimiz Şeyh Şâbanı Veli Hazretleri de şu sözleri ile sahip çıkıyor. “Dervişime dokunan kefenini hazırlasın” buyuruyor. Bu kapıda kimse sahipsiz değil güvenin de, hizmetin de karşılığı vardır. Ancak Efendi Hazretleri “Bu kapıya dünyalık için gelen gelmesin” buyuruyor. Efendi Hazretleri kalbinde şüphe olanlara “Bu kapıya güvenenlerin hangisini yolda bıraktılar ki!..” diyerek güvenmeyenlere teessüflerini bildirmiştir. Yine bu hususta söylediği “Bu kapıya varlık ve servet sahibi olmak için gelen gelmesin. Bu kapıda kendi nefsini kurtarmaya çalışan zaten insan değil. Bu kapıya gelen vatana, millete, mukaddesata bütün Ümmeti Muhammed’e duâ etmesi gerekir.” Diyerek, kapının ve kardeşliğin derin bir anlamı olduğunu açıklamıştır.
“Sıdk ile giren kişi, Âhuzar olur işi,
Gözden akıtır yaşı, Erenlerin halveti.” Niyazi Mısrî

Efendi Hz’i; “Bu kapıda, herkes güvendiği kadar nasiplenir. Külli şeyleri âsân eden Mevlâ Kerim. Allaha dayanın, güvenin gerisine karışmayın!”

Efendi Hazretleri kardeşleri teselli ederken her zaman güvenip dayananlara şu müjdeyi veriyor; “Oğlum, evet îtibar son nefesedir amma son nefeste de ümitsiz olmayın, murdar etmezler bir bıçak çalarlar. Bu kapı ümitsizlik kapısı değildir.” Buyurur.

Efendi Hazretleri bir sohbetlerinde gönlü mâsivâdan temizlemek gerektiğini yani gönülde Allah’tan başka ne varsa atmak gerektiğini ve ancak böyle yapılırsa dostun tecelli edebileceğini açıklayıp şu beyiti okudu;

Sür çıkar, ağyarı dilden, taa tecelli ede Hâk.
Padişah konmaz saraya, hâne mâmur olmadan...Şemseddin Sivâsî

Efendi Hazretleri; “Bu kapının hekimi de var, hâkimi de var. Herkes güvendiği kadar nasiplenir.” buyurur. Bu sözden maksat; sağlığımızın da, sosyal ilişkilerimizin de, kapının emanetinde olduğunu bilip, buna inanıp, Allah’a tevekkül etmemiz ve kapıya tam teslim olmamız gerektiğidir. Başımıza gelen her çeşit hastalıklara, sıkıntılara yada başka bir imtihana sabrettiğimiz zaman; Allah’ın izniyle, Azizin pîrin himmetiyle mutlaka bir çıkış yolu gösterilir ve sahip çıkılır. Yeter ki dayanıp güvenelim denilmektedir.

Efendi Hz’nin verdiği ölçülere devam edelim; “Tarikat mihenk taşıdır, yıkılacak yapılacak yerlere dikkat edin. Biz sizden bir şey beklemeyiz, kapıya muhalif olmayın gerisine karışmayın.” “Rızaya razı ol eğer Hak’ka kul isen.” Buyrulmuştur.

Tarikatlar İslam dininin dışında değildir, aksine içindedir. Tarikattan çıkan ayrılan kişi aleyhte bulunmadıkça, düşmanlık etmedikçe zarar görmez, tarikata neden girmedin diye bir sorgu, suâl de yoktur. Şu tarik, bu tarik diye bir şer’i hüküm de yoktur. Aleyhte bulunur düşmanlık ederse o zaman “Gökten düşenin derdine derman bulunur da, Mürşîd-i kâmil’in gözünden düşene derman bulunmaz.” sözü geçerli olur.

Bu yollarda şöyle bir ruhsat vardır; Bir müridin efendisi vefat etse de yeniden gelen mürşîde tâbi olmasa, aleyhte bulunmadan ve düşmanlık etmeden vefat ederse önceki efendiye bağlı olarak onun himayesinde kendini kurtarabilir.Ders alıp da aleyhte bulunmayan, gelip gitmese de dersli sayılır. Tenkîde başlar, aleyhte bulunursa; iflâh olmaz, kapı bile kurtaramaz.

Efendi Hazretleri “Bu ihtiyar dünyanın ömrü az kaldı, bundan sonra tarikat halifeliklerle yönetilir; Bundan önceki gibi mürşidi kâmiller ve pîrler gelmeyecektir.” buyuruyor.

Efendi Hazretleri, Halvetî yolu, Şâ’baniye kolunun Resûlüllah Efendimiz’den nasıl geldiyse aynısıyla devam ettiğini anlatırdı. Bu konuda bir çok zuhûratlar da görülmüştür. Herhangi bir kardeşe vazife verirken bile “Buraya bir harf eklemeyeceksin, bir harf çıkarmayacaksın” diye tembih eder, söz alır, öyle vazife verirdi. Yakın arkadaşı Şebinkarahisar’lı Durmuş Bey gibi bir zâtı muhteremin dersten sonra bağışlama yaparken Hasan ve Hüseyin Efendilerimiz yerine Hasan-Hüseyin Efendilerimiz diyerek kısaltmasını kabul etmemiş “Durmuş biz böyle değiştirirsek kıyâmete kadar bu kapı nasıl devam edecek” diyerek düzeltmiştir. Bu konuda Haydar Baba Hz’nin de meşhur sözü, şöyle “Oğlum bu kapıda hiç kimsenin bir harf çıkarmaya ya da eklemeye selâhiyeti yoktur, burada bir baş üstüne borcumuz var.” buyurarak bu yolda herhangi bir eklemenin ve çıkarmanın söz konusu olmadığını belirtmiştir.

Kerâmet: Efendi Hazretleri; “Halvetî yolu gizliliktir, kimse kerâmet peşine düşmesin” der, keramete heves edenlere de değer vermezdi. “Bin kerâmetten bir istikâmet hayırlıdır.” buyurur, bu zamanda sizin bu vaziyette Allah yolunda olmanızdan daha büyük kerâmet mi var.” buyurur ve ölçüyü şöyle açıklardı;

“Enbiyanın mucizesini açıklaması vacibtir, Evliyanın kerâmetini gizlemesi vacibtir.” Buyrulmuştur.

Zikirle ilgili âyetler, hâdisler ve kelâmı kibarlar:

Efendi Hazretleri bir sohbetinde “Her nefes çok kıymetlidir ve hesabı sorulacaktır. Nefesinizi boşa harcamayın. Boş söz kalbi öldürür. Allah’ı zikretmeyen kalp ölüdür.” Buyurarak zikre teşvik etmiştir.

Kur’an-ı Kerîm’de “Allah’ı zikretmek elbette en büyüktür.”32

“Kalpler ancak Allah’ı zikretmekle mutmain olur.”33

“Sakın Allah’ın kendini unutturduklarından olmayın.”34

“Bilmiyorsanız zikir ehline sorun.”35

“Öyle kimseler vardır ki, onları ne bir ticaret, ne bir alışveriş Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namaz kılmaktan, zekât vermekten alı koymaz.”36

“Ey îman edenler, sizi ne mallarınız, ne evlatlarınız, Allahın zikrinden alıkoymasın.”37

“Dostlarım benim zikir nimetimle doyunuz, benimle hoş olunuz, iyi biliniz ki benden iyi doyurucu bulamazsınız.”38

“En hayırlı amel zikir ve duâdır. Gâzi, kırılıncaya ve kana bulanıncaya kadar, kılıcını kâfir vemüşriklerin boyunlarına indirse de, Allah’ı zikredenler, derece îtibari ile ondan üstündür.”39

“Allah’ı çok zikredenler, kıyâmet günü Allah yanında en hayırlı olanlardır”40

“Akşamdan abdestli olarak temizlik üzere zikrederek uyuyan ve geceleyin de uyanıp Allah’tan dünya ve Âhiret için hayır talep eden hiç kimse yoktur ki Allah dilediğini vermesin.”41

“Kişi beni zikredince ben onunla beraberim.”42

“Allah size, Allah’ı zikretmenizi de emretti. Kim kaçtığı düşmandan sağlam bir kaleye sığınıp emin olmak istiyorsa zikrullaha devam etsin. Şeytana karşı ancak böyle korunabilir.”43

“Allah Teâlâ Hz diyor ki: Ben, kulumun hakkımdaki zannı gibiyim. O, beni andıkça ben onunla beraberim. O, beni içinden anarsa bende onu içimden anarım. O, beni bir cemaât içinde anarsa, bende onu daha hayırlı bir cemaât içinde anarım. O, şâyet bana bir karış yaklaşacak olursa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kim bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak giderim. Kim bana şirk koşmaksızın bir arz dolusu günahla gelse, bende onu bir o kadar mağfiretle karşılarım.”44

“İçinde Allah zikredilen evle, zikredilmeyen evin misâli, diri ile ölünün misâli gibidir.”45

“Rabbi Teala bir kuluna iki cihan saadeti nasip etmişse o kimseye şu dört şeyi nasip eder; Zikreden bir dil, şükreden bir kalp, kocasının îmanına yardımcı olan sâliha bir zevce ve sağlıklı bir beden.”46

“Allah’ın yollarda dolaşıp zikredenleri araştıran melekleri vardır. Allahu Teâlâyı zikreden bir cemaâte rastlarsa birbirlerini “Aradığınıza gelin!” diye çağırırlar. “Onlardan bir melek der ki: Bunların arasında falanca günahkâr kul dahi var. Cenabı Hak “Onu da affettim, onlar öyle bir cemaât ki onlarla oturanlar da onlar sayesinde bedbaht olmazlar.” buyurur.47

“Onlar fena bir şey yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı zikrederler, günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları Allah’tan başka bağışlayan kim vardır?”48

“Zikir halkaları cennet bahçeleridir.”49

“İnsanlar içinde derecesi en yüksek olanlar zikir ehlidir.”50

“Şüphesiz iyi temizlenen ve Rabbinin adını zikredip de namaz kılan kimse umduğuna erişmiştir. Belki siz dünya hayatını Âhiretten üstün tutarsınız. Halbuki Âhiret daha hayırlı, süreklidir. Şüphesiz ki bunlar evvelki sahifeler de, İbrahim ile Mûsa’nın sahifelerinde de vardır.51

Mevlâna Hazretleri zikirle ilgili oğluna nasihatinde; “Bahaeddin, senin düşmanını sevmeni, düşmanının da seni sevmesini istersen, kırk gün onun hayrını ve iyiliğini söyle, o düşman senin dostun olur; çünkü gönülden dile yol olduğu gibi, dilden de gönüle yol vardır. Allah’ın sevgisini de O’nun aziz isimleriyle elde etmek mümkündür. Allah (cc) buyurdu ki; Ey kullarım kalbiniz de arınma olması için beni çok anmaktan geri durmayın. Kalbinizde arınma ne kadar çok olursa, Allah’ın nûrunun parlaklığı da o nispette olur.” Buyuruyor.

Cenabı Hak cümlemize, Efendi Hazretleri’nin yolunda gitmeyi ve bu yolda îmanımızı tahkîke erdirmeyi nasip etsin… Amin.

8 Müzekkin Nüfus, s. 67.
9 Müzekkin Nüfus, s. 69.
10 Miftahul Kulüb, s. 8.
11 Râmuzel Ehâdis, s. 430.
12 Miftahul Kulüb, s. 298.
13 Râmuz el Ehâdis, s. 232.
14 Aclûnî, Keşfu’l Hafa, 2/64; Ruh’ul Beyan, c.2, c. 568.
15 Maide suresi, 35. ayet.
16 Râbıtayı Şerife, s.10, s.17.
17 Mektubatı Mevlana Halid, s. 115-120.
18 Gaşiye Sûresi, 3. ayet.
19 Müzekkin Nüfus, s. 38.
20 Necip Fazıl Kısakürek, O ve Ben.
21 Onların Alemi, Bahar Yayınları, s.133.
22 Miftahul Kulüb, s. 226..
23 Kelâmı Kibar.
24 Kütüb-i Sitte c. 4, s. 232.
25 Müzekkin Nüfus, s. 473.
26 Tevbe Sûresi, 111. ayet.
27 Ahzap Sûresi, 72. ayet.
28 Şura Sûresi, 30. ayet.
29 Zümer Sûresi, 53. ayet.
30 Âraf Sûresi, 99. ayet.
31 Râmuz el Ehâdis, s. 277.
32 Ankebut Sûresi, 45. ayet.
33 Ra’d Sûresi, 28. ayet.
34 Haşr Sûresi, 19. ayet.
35 Enbiya Sûresi, 7. ayet.
36 Nûr Sûresi, 37. ayet.
37 Münafikun Sûresi, 9. ayet.
38 Hadisi Kudsi.
39 Kütüb-i Sitte, c.13, s. 242.
40 Kütüb-i Sitte, c.13, s. 252.
41 Kütüb-i Sitte, c. 6, s. 1755.
42 Kütüb-i Sitte, c.13, s. 263.
43 Kütüb-i Sitte, c.13, s. 255.
44 Kütüb-i Sitte, c. 7, s. 1945.
45 Kütüb-i Sitte, c. 8, s. 549.
46 Kütüb-i Sitte, c..3, s. 647.
47 Kütüb-i Sitte, c.7, s. 196.
48 Al-i İmran Sûresi, 135. ayet.
49 Tirmizî, s. 3739: Râmuz el Ehâdis, s. 64.
50 Râmuz el Ehâdis, s. 74.
51 A’lâ Sûresi, 14-19. ayetler.